erkek yeğen-kız yeğen | nephew-niece |
sağlık Merkezi | Health Center |
Çok az zamanımız var. | We have little time. |
Soruları cevaplarız. | We answer questions. |
Ali zili çalar. | Ali rings the bell. |
Kuşadası'na hiç gitmedim. (bulunmuşluğum vardır) | I have never been to Kuşadası. |
klima | air conditioner |
Evde kalmak istiyorum. | I wanna stay home. |
8Salıncakta sallanmayı severim. | I like to swing in the swing. |
telefon markam | my phone brand |
Milli Park | the national park |
yakalamak | grab |
battaniye | blanket |
parka yöneldiler | they headed to the park |
gölgeli ağaç | shady tree |
Megan battaniyeyi altına serdi | Megan spread the blanket out underneath it |
Aniden Megan bir çığlık attı | Suddenly Megan let out a yelp |
Gözlerini kıstı ve uzaktaki bir şeyi işaret etti | she squinted and pointed at something in the distance |
kaşlarını çatmak | frown |
sırıttılar | they grinned |
onların sonbahar yaprakları | their fall leaves |
tırmık | rake |
Ama her yıl çıkan duman ciğerlerimi gerçekten rahatsız ediyor | But the smoke each year really bothers my lungs |
saman örtüsü | mulch |
Bahçemden çıktıkları sürece | As long as they’re out of my yard |
sürüklenme | drift |
taşımak | carry |
yüzer | floats |
darbeler | blows |
giydiğin kıyafetler biraz kirlenir | the clothes you wear get a little dirty |
günlük ev işi | chore |
ayırmak | separate |
Çamaşır yıkamanın ilk adımı kirli çamaşırlarınızı ayırmaktır. | The first step in doing the laundry is to separate your dirty clothes |
Kuruduktan sonra, onları düzgünce katlayın ve bir kenara koyun | Once they’re dry, fold them neatly and put them away |
bölmek | split up |
saf | pure |
daha sert | tougher |
hasarlı | damaged |
Bir mücevher parçasının saf altın olup olmadığını nasıl öğrenebilirsiniz? | How can you find out whether a piece of jewelry is pure gold |
ölçüm | measurement |
altının elektrik iletmesini sağlamak | to make the gold conduct electricity |
parıldamak | sparkle |
Karıştırmak | Stir |
Sabunu suya dökerken suyu yavaşça karıştırın | Stir the water slowly as you pour the soap into the water |
Bu, içinden üfleyeceğiniz deliktir | This is the hole that you will blow through |
kuruş | penny |
Bardağın üst kenarını sabunlu suya batırın. | Dip the top rim of the cup into the soapy water |
güzel bir koku havayı doldurur | a nice smell fills the air |
rüzgar | wind |
üflemek | blow |
alelade,vasat | mediocre |
mükemmel | superb |
bir deney yapmak | doing an experiment |
deney hayvanları | experimental animals |
yüz binlerce insan | hundreds of thousands people |
Marshall bir nehirde parlak bir şey fark etti | Marshall noticed something shiny in a river |
vuruş | strike |
kırkdokuzlular | forty-niners |
Han | inn |
Bu işletme sahiplerinin çoğu zengin oldu | Many of these business-owners grew rich |
Hatta bazıları altın avcılarından bile daha varlıklı hale geldi | Some of them even became wealthier than the gold-hunters |
altın arayıcısı | gold digger |
sonunda, altın arzı tükendi | eventually, the supply of gold ran out |
domuzlar çamurda yuvarlanmayı sever | pigs do like to roll in the mud |
sıcaklık | heat |
böcekler | bugs |
ter | sweat |
Terden gelen su cildimizi serinletir | The water from the sweat cools off our skin |
Bir çamur birikintisi | A puddle of mud |
Keneler ve sivrisinekler gibi böcekler domuzları ısırmayı sever | Bugs such as ticks and mosquitoes love to bite pigs |
vur onu | swat it |
sadece pis olmak için çamurda yatmazlar | they do not lie in mud just to get filthy |
arka arkaya | in a row |
sığır eti küpleri | cubes of beef |
kaldırmak | remove |
yerine geçmek | substitute |
kronolojik, olayların meydana geldikleri sırayla tanımlandığı | chronological, in which events are described in the order they happen |
Medias res'te, bir hikayenin ortada başladığı ve önceki olaylara geri döndüğü | in medias res, in which a story begins in the middle and flashes back to prior events |
geçmiş olaylara geçişin hikayenin kronolojik sırasını kesintiye uğrattığı bir geri dönüş | a flashback, in which a transition to past events interrupts the chronological order of the story |
Gelecekteki olaylara geçişin hikayenin kronolojik sırasını kesintiye uğrattığı bir ileri sarma | a flash-forward, in which a transition to future events interrupts the chronological order of the story |
maya | yeast |
simit | pretzel |
yükselmek | rise |
Simitler genellikle kıvrımlar ve halkalar halinde şekillendirilir | Pretzels are usually shaped into twists and loops |
sodalı su | lye |
yumuşak | soft |
gevrek | crispy |
hatırlamak | recall |
Size bir zamanı hatırlamanın bir yolunu verirler | They give you a way to remember a time |
Kağıt parçasını masanın üzerine düz bir şekilde koyun | Lay the piece of paper flat on a table |
Elinizi oluktan çıkarın | Remove your hand from the trough |
çukur, oluk | Trough |
yapışkan | Sticky |
Şimdiye kadar gördüğüm en büyük şey sadece on inç uzunluğundaydı | The biggest one I have ever seen was only about ten inches long |
kertenkele, | lizard |
kertenkeleler | geckos |
Görünüşe göre tamamen hareketsiz duruyorlar, etraflarındaki dünyaya huzur içinde karışıyorla | it seems they are standing perfectly still, peacefully blending into the world around them |
Çoğu yüzeye yapışabilirleri | they can stick to most surfaces |
Daha önce tavanda yürüyen kertenkeleler bile gördü | I’ve even seen geckos walk on ceilings before |
Verandaları kertenkelelerle kaplıdır] | Their patio is covered in geckos |
Her gün onun gibi gekoları görürsem muhtemelen onlardan bıkacağımı söylüyor. | He suggests that I would likely get sick of the geckos if I saw them every day as he does |
hızlı | sprint |
aşık, büyülenmiş veya büyülenmiş anlamına gelir | enamored, meaning charmed or captivated by |
düşmanca, karşı veya düşmanı anlamında# | hostile, meaning against or an enemy of |
kayıtsız, yani ilgi veya endişe duymadan | indifferent, meaning without interest or concern |
itilmiş, yani tiksinti veya geri itilmesi | repulsed, meaning disgusted by or driven back from |
yol açmak. | lead to |
Yılanlar avlarını bütün olarak yedikleri için- | Since snakes eat their prey whole |
Bu devasa yılanlarl | These immense snakes |
Servis katına çıkarız | We go to the service floor |
Hasta çocuklar | Sick children |
Pediatri bölümündeyim | I'm in the pediatrics department |
Profesörlerle birlikte servisleri geziyoruz | We visit the wards with the professors |
koğuş | Ward |
Profesör hasta çocukları kontrol eder | Professor checks sick children |
Hastalığın seyrini bize anlatır | Tells us about the course of the disease |
Biz de defterimize not alırız | We also take notes in our notebook |
Sonra visit bittiğinde teorik ders başlar | Then, when the visit is over, the theoretical lesson begins |
Öğleden önce 2saat, öğleden sonra 2 saat ders görürüz | We have 2 hours of lessons in the morning and 2 hours in the afternoon |
Dersler bittikten sonra yine hastanenin içine gideriz poliklinik veya servis kısmına | After the lessons are over, we go inside the hospital again to the outpatient clinic or wards section |
Ders çalışmak çok zor çünkü çok yorgun oluyorum. | Studying is very difficult because I get very tired. |
Kalp hastalığı | Heart disease |
Kalbi oskülte ettik | We auscultated the heart |
Kalp sesini dinlemek | listening to heart sound |
Kalpte delik var | Hole in the heart |
Muayene etmek | examination |
Akciğer | Lung |
Görmeyeli uzun zaman oldu | It's been a long time since I've seen |
Misafir | guest |
Kaç dil biliyorsun | How many languages do you speak? |
kırmızı renkte döküntü | scarlatiniform rash |
ağız çevresi solukluğu (peroral) | circumoral pallor |
sebze reyonu | vegetable aisle |
Manav | grocery |
teneffüs | recess |
karıştı | confused |
olabilir | might |
Kafanız karıştıysa burada soru sormaktan çekinmeyin | Feel free to ask questions here if you are confused |
Odamızın hazır olmasını beklerken valizlerimizi resepsiyona bırakabildik. | We were able to leave our suitcases with reception while we waited for our room to be ready |
Eğer varsa, bunun daha çok matematik gibi olduğunu ve daha az teneffüs gibi olduğunu bileceksiniz | If you have, you'll know it's more like math and less like recess |
sonuçlandırmak | conclude |
satın alma | purchas |
harçlık | allowance |
Trudy çöpü dışarı çıkardı | Trudy took out the trash |
Emmett'in yediği şeker miktarını kısıtlaması gerekiyordu | Emmett needed to restrict the amount of sugar he eats |
ikramlar | treats |
asık suratlı | glum |
kalp atışı | heart jump |
dikiz aynası | rear-view mirror |
lisans | license |
Karnı hissettiği kaygıdan kendini düğümlere bağlıyordu | His stomach was tying itself into knots from the anxiety he felt |
gösterge paneli | dashboard |
Memur, elinde bir not defteriyle Maurice'in arabasının yanına doğru yürüdü | The officer strolled up next to Maurice’s car with a notepad in hand |
Arka lambalarınızdan birinin kırıldığının farkında mısınız | Are you aware that one of your tail lights is broken |
Yapmadığım bir ihlal yüzünden bana bilet verileceğini ya da hapse atılacağını sanıyordum, gerçekte sadece kırık bir arka lambasıydı | I thought I was going to be given a ticket or taken to jail for some infraction I didn’t commit, when really it was just a broken tail light |
ihlal | infraction |